Monday, November 19, 2007

Miro: a new kid on the block

If you're thinking "RSS is for geeks" then you're just wrong. Every geek toy can be transformed into something useful. Miro is a proof for this. I'm going to mention a few tricks how to turn what-the-hell-is-that-i-don't-care RSS's into that's-pretty-cool RSS's.

First of all, the installation: just open up add/remove programs or synaptic package manager and install or type this in a terminal:

sudo apt-get install miro


When you start the program you should see something similar to this:

Main Miro window

The aim for using Miro is that; if there is a video feed somewhere on the web, you can add them for Miro to download them automatically when the list is refreshed. Three things i could think of are tv shows downloadable via torrent (do not use this for your illegal purposes :)), youtube channels and video podcasts. As Miro has an embedded bittorrent client, it can download torrent files automatically, too.

First thing's first, let's explain how to download your favorite (and legal) tv shows. First we should find a website which keeps track of torrent files as an RSS file. tvRSS is a well-organized one. Under the shows page, find your tv show and click on the link. You will see a button like this, on top of the page:
Search based RSS link
right-click on the link and select "copy location". From Miro's channels menu, select add channel or hit ctrl+n. Paste the link in the textbox (it should be pasted automatically but always good to be on the safe side) and click OK.

Save dialog

It should automatically fetch the RSS and start downloading the latest episode.

Starting download

You can right-click on that file and change it's name to whatever you like.

The second useful thing to do with Miro is adding your subscribed or favorite youtube channels. Let's say the channel's name is "atomkarinca", this is the link you should add through "add channel": http://www.youtube.com/rss/user/atomkarinca/videos.rss. Sadly you cannot stream these videos but the good thing is you can keep them on your harddrive and watch them again later.

The last one is video podcasts. This is just like adding youtube channels, you just paste the link of the podcast. You can even find cool podcasts on Miro. This is one of them: Ask a Ninja.

You can add a new folder hitting shift+ctrl+n and organize your videos with those folders.

Cool, eh?

Sunday, November 18, 2007

Taking my chances on IBM Lotus Symphony

It's bad news for OpenOffice.org fanatics out there. This time there is an actual rival: IBM Lotus Symphony.

Let's start with the installation for Ubuntu:

1. Get the .bin file from here.
2. Right-click and make the file executable.
3. Turn off any desktop effects. The installer is allergic to them.
4. Double-click and select "run in terminal".
5. After the setup finishes, type "gksudo nautilus" in a terminal.
6. Browse into your home folder, hit ctrl+h, right-click .lotus folder and change the permissions for your user.
7. You're good to go.

Open the program through Applications > Office > IBM Lotus Symphony.

- The first thing i noticed is the tabbed structure. You can open different document, spreadsheet and presentation files in just one window. I saw something about importing different clients (like a mail client) but i haven't got to be able to do that, yet. Still it feels very compact.

- Another difference is you have a panel on the right. It's a properties panel and works like the one in Visual Studio. Seems more useful than having everything on two linear panels.

- Not to get lost in a sea of documents there is a thumbnail button, you can browse the documents on a compiz's scale-like pane.

- The software mainly supports .odf format but you can also import and export Microsoft Office, OpenOffice.org and Smart Suite documents.

- At least but not least, they've got a support forum.

I must say, it seems very promising. The layout is a little different than the usual, though. But it's easy to get used to. The tabbing is just useful when you get the hang of it. The only negative side i can think of it is that it is a ram-monster. As it is just a Beta 2, I'm hoping that they will fix that with the final release.

The best thing about Lotus Symphony is that IBM promises that this software will ALWAYS be free. Go free software!

Kılavuzum Engin Ardıç

Biliyorum yazıyı okuduktan sonra "burnun da boktan çıkmaz işte o zaman" diyeceksiniz. Olsun, ben yazayım da siz o tadına doyulmaz espriyi yapınız, mahsuru yok.

Efendim, 24 yaş çok değil sanırsam fakat ben bile çoğu beyin tutulmasının farkına varabiliyorum. Beyin tutulması nasıl mı anlaşılır? Herhangi bir konu hakkında bir gazetede tek bir sıfat görüyorsanız, anlayınız ki beyin tutulması var o gazetede. (Atıyorum) herhangi bir ülkede, herhangi birisi ya da birileri kırmızı mintanlarla dolaşıyor olsunlar, eğer o ülkenin gazetesinde "Domates renkli mintanlarına aldırmadan bilmemne yorumları yapan insanlar..." diye bir haber görürseniz, anlayın ki bu bir beyin tutulmasıdır. Maksat, o adamların düşüncelerini aktarmak değil, o düşüncelere paçavra muamelesi yapılmasını istemektir. Artık bu örneği günümüz Türkiye'sine varın siz uyarlayın.

Çok şükür deli olmadığımı geçen sene Engin Ardıç'ı okumaya başladığımda anladım. Çünkü düşündüklerimi bir bir, muntazam örneklerle yazıya döken birini keşfettim. Eğer siz de biraz okursanız aslında dünyanın "gerçek kötüler", "scooby-doo'lar" ve "ayı yogiler" olarak ayrılmadığını görebilirsiniz.

Malum, şu sıralar youtube, A.B.D. başkanlık seçimiyle çalkalanıyor. Öncelikle çoğu insanın anlayabileceği tarzda kategorize edeyim, sonradan belki öyle olmadığını falan söyleyen çıkabilir, olsun, normaldir.

- Scooby-doo'lar: Hillary Clinton
- Ayı Yogi'ler: Ron Paul (hem de cumhuriyetçi olmasına rağmen)
- Gerçek Kötüler: Barack "Hüseyin" Obama

Bütün adaylar seçim kampanyaları için para topluyorlar, yarış yarışa televizyon programlarına çıkıyorlar, savaşlar bitirip barışlar başlatıyorlar, dünyayı kurtarıyorlar, aklınıza ne gelirse hepsinde var, hepsi birer Rambo mübarek. Yazık olan ise demokratların, hatta özel olarak Hillary Clinton bacımızın seçimi kazanması dünyanın kurtuluşuymuş gibi gösteriliyor (bacım diyorum ki sonra aramızda bir şey olduğu sanılmasın, dünya ahiret bacımdır hemi de). Evet ambalaja bakarsanız dünya kurtuluyor ama bunu yapmayacaklarını, yapamayacaklarını kendileri de biliyor, Amerikan halkı da. En güçlü delili ne midir? Son dönemde Hillary bacım yine sosyal sağlık konusunu gündeme getirdi ve bir gecede lezbiyen oldu. Halbuki lezbiyen bir başkan ne kadar da yenilikçi olur değil mi? Vallahi burda olsa deskteklerim (gevrek gevrek gülüyorum da duyanım yok). Ne yazık ki bu yenilikçiliğin kendisi için hiç de içaçıcı olamayacağı açık.

Peki madem seçilen o kadar da önemli değil, neden bu uğraşlar? Engin Ardıç üstadın da dediği gibi "Ola ki Demokratlar bu [Irak'tan] çekilme işini ciddiye alırlar, ola ki seçimi kazanırlar, uygulamaya da kalkarlar diye de, Amerikan 'derin devleti' gereken önlemleri alıyor işte"[1]. Halen daha tam olarak neyin ne olduğunu anlayamıyorum bazen ama Engin hocam sağolsun çoğunu anlatıyor bana, bundan sonra da kendisi kılavuzumdur. Yazıyı yine aynı tarihli yazıdan bir alıntıyla bitireyim:

"Bir yandan İran savaşına, bir yandan da ham petrol varil fiyatının, öyle 100 dolar falan değil, 250 dolar olacağı berbat bir dünyaya şimdiden kendinizi hazırlayınız.

Bize göre hava hoş, biz yaşımızı başımızı aldık. Ey yükselen yeni nesil, endişem sizlersiniz."

[1]: Alıntı yaptığım yazının orijinali burada bulunmaktadır.

Friday, November 16, 2007

öcü geliyor: linuuuuuux!! (ikinci bölüm)

bu aralar bir şey dikkatimi çekiyor. ubuntu kullanmaya başlayalı ubuntuforums'da bir hayli vakit geçirmeye başladım. insanlar sorunlarını çözmeye, bir birirlerine yardım etmeye çalışıyorlar; garip olan şu ki günde bir kaç yeni hesap açmış kullanıcılar "ubuntu kurdum, ne yapacağımı bilmiyorum, bu nasıl işletim sistemi böyle, program bile kurulmuyo" tarzı şeylerle insanları kışkırtmaya çalışıyor.

öncelikle şunu belirteyim: senelerce windows kullandım, firewall ya da virüs koruma programı kullanmamış olmama rağmen hiçbir zaman bu konuda bir derdim olmadı. virüs, spyware tarzı malware'le başı derde olanlar da zannımca %99 kendileri kaşınıyorlar. bu önbilgiden sonra bir kaç karşılaştırma yapacağım windows ve ubuntu arasında.

- kime sorarsanız sorun, windows kullanan birisinin bilgisayarına format atma periyodu 6 aydan fazla değildir. fazlaysa bile ya inatçıdır, ya bilgisayarını fazla kullanmıyordur, ya da feleğin çemberin geçmiş, bilgisayarını doğru düzgün kullanan %1'lik azınlıktan biridir. peki windows kurulu bilgisayarınızı bir hafta yeniden başlatmadan açık bıraktığınızda, nasıl bir verim alıyorsunuz? "ilk açtığımdaki gibi" diyenler ya yalan söylüyorlardır ya da bilgisayarlarını hibernate etmişlerdir. bir de windows kullananlara şunu sorun: 1000 tane program yükleyip sildikten sonra bilgisayarın performansında nasıl bir değişiklik oluyor? hızlanıyor ya da değişmiyor diyen kesinlikle yalan söylüyordur.

ubuntu kurulu bilgisayarım haftalardır çalışıyor ve ilk açtığımdaki halinden hiçbir farkı yok. şu anda firefox'ta 5 tane tab açık ve kullandığı ram 42 mb!! firefox çok ağır bir browser diyenlere duyurulur. ayrıca linux'ta defrag diye bir şey yoktur (ext dosya sistemi, fat dosya sistemi gibi harddiski kevgire çevirmez). şu anda tam 6 ay oldu ubuntu'nun son versiyonuna geçeli (internet'ten çekip dosya upgrade'i gibi kurabiliyorsunuz bu arada) ve hala ilk kurduğumdaki temizliğinde çalışıyor. 6 aydır da sayısız program kurdum ve kaldırdım (sayısız diyorum çünkü gerçekten çok fazla), hiçbir yük hissetmiyorum şu anda sistemin üzerinde.

- oyun: windows kullanıcılarının en büyük kozlarından biridir. linux'un l'sini demeden "oyuunn!!!!!" derler. sonundaki ünlem, kişinin ateşliliğine bağlıdır. şunu kabul etmeliyim ki oyun yapımcılarının %95'i oyunlarını sadece windows için çıkartıyorlar. diğer %4.9'luk kesimde playstation ve xbox için çıkartanlar yer alıyor. ama bunların da çoğu sonradan windows versiyonu çıkartıyorlar dayanamayıp.

buna karşı size sadece bir site vereceğim, girip kendiniz kontrol ediniz linux'ta oyun oynanıyormuymuş, oynanamıyormuymuş: wine application database. bazı arkadaşlar oturmuşlar, bu windows oyun troll'lerine en güzel cevabı vermişler. şu anda da directx 10 uyumluluğu için çalışıyorlar. hiç abartmıyorum, call of duty 2'yi windows'dan daha hızlı oynuyorum ben wine ile.

- programlar: bu da ayrı bir bağnazlıktır. "linux'ta kurulamıyor istediğim programlar" ve "linux için aradığım programları bulamıyorum". diyelim ki dvd menüsü tasarlamak istiyorsunuz, google'a yazdınız, aradınız, buldunuz yüklediniz, herşey güzel, değil mi? peki ubuntu'da ne yapıyorsunuz? açıyorsunuz synaptic package manager'ı ya da add/remove aracını, istediğiniz özellikleri yazıyorsunuz, size bir kaç alternatif sunuyor, oradan istediğinizi seçiyorsunuz ve ubuntu sizin yerinize indirip kuruyor. herhangi bir restart da istemiyor üstelik (şaşırdınız mı yoksa?).

burada bir konuya özellikle değinmek istiyorum. bu araçlar yardımıyla kurduğunuz programların hepsi ücretsiz! "ne önemi var canım?" diyenleriniz olduğunu biliyorum. işte fark burada ortaya çıkıyor. kopya yazılım mı yoksa özgür yazılım mı?

- son -ve bana göre en önemsiz- karşılaştırmam virüs konusunda olacak. daha da genişletmek gerekirse, malware. bu spyware olur, trojan olur, virüs olur, aklınıza ne gelirse. şimdi efenim, windows'un bunlardan neler çektiği malumunuz. linux'ta ise administrator (başka bir deyişle) root hakları kullanıcıya verilmez. yani herhangi bir program sistemde değişiklik yapamaz, yapmak isterse de ya izin verilmez ya da size şifre sorar. bu yüzden eğer çok salak değilseniz bir sorun olmaz. bunu bilen malware yazarları da zaten uğraşıp da linux için yazmıyorlar.

* yazının sonunda da forumda gördüğüm bazı windows kullanıcı şikayetlerine yer vereceğim.

- zamanında kullandığım xp lisanslı değildi o yüzden format atıldığında nasıl bir sorunla karşılaşacağımı bilmeden atardım formatı. fakat forumda windows'unu tamamiyle temizlemiş bir insanın şikayeti şuydu: "3 arkadaşım xp kullanıyorduk. bir gün bilgisayarlarımızı update sonrasında açamaz hale geldik. yeniden kurmaya kalktığımızda da windows bizden yeni bir serial istedi. kullanıcı destek hattını arayıp bunun nasıl bir saçmalık olduğunu sorduk fakat bizi yönlendirdikleri kişi bize yardım etmeye değil vista satmaya çalıştı. biz de hep beraber windows'u tamamen silerek ubuntu kurduk. şu anda hiçbir sorunumuz yok ve bir daha da dönmek istemiyoruz."

- "bir kaç ay önce vista kullanmaya karar verdim ve 400 dolar vererek en üst sürümünü aldım. 4 kere üst üste deneyerek ancak kararlı bir sistem kurmayı başarabildim. kurduğumda ise efektlerin çoğunu çalıştıramadım, çalıştırabildiklerim ise sistemi çok zorluyorlardı. sonra youtube'da beryl diye bir şey gördüm ve merak ettim. ubuntu'yu live cd'den denedim ve çok hoşuma gitti. şu anda vista'yı çalıştıramayan sistemim beryl'i sorunsuz olarak çalıştırıyor ve vista'mı çöpe atmış bulunuyorum."

bu kadar mı sanıyorsunuz? buyurun burada yüzlercesini bulabilirsiniz.

ha unutmadan beryl'in onda biri efektleri sağlayabilen vista en az kaç mb ram istiyordu? efendim? öyle mi? ben 256 mb ram'imle hepsini sorunsuz çalıştırabiliyorum da.

bitmedi, arkası gelecek.

öcü geliyor: linuuuuuux!!

hatırlarım windows 3.11'in çıkışını heyecanla beklemiştik, pek bir farkı yoktu 3.1'den ya, neyse. sonra 95 geldi, "vay be" dedik. 98 içerik olarak yenilik getirmişti o yüzden fazla heyecanlanmadık. ME'yi kullanmak nasip olmadı ama XP her evde vardı. daha sonra ben 2003 server'ı keşfettim ve geçinip gidiyorduk.

2003 yasal bir kopyaydı galiba ya da bilemiyorum. ama 3.11, 95 ve 98'im kesinlikle parayla alınmıştı. yine de önemi mi kaldı canım? bilgisayarımda öyle programlar vardı ki hepsine para ödemeye kalksam 20,000-30,000 $'dan aşağı kurtarabileceğimi sanmıyorum. bir gün durdum ve kendi kendime dedim ki:

"bu mudur benim düzgün bilgisayar kullanma anlayışım? bu programlara verilen emekleri geçtim, yasal değil bu bir kere."

birden '97 yılına geri döndüm (vay be 10 sene olmuş bu arada). pcnet dergisi bir cd vermişti, suse vardı içinde. sürümünü hatırlamıyorum. o zaman çok büyük bir iştahla denemiş ama bir türlü işin içinden çıkamamıştım. acaba dedim linux'ta bir gelişme var mıdır? araştırdım, soruşturdum; live cd diye bir olay çıkartmışlar: cd'yi takıyorsun, bakıyorsun, beğenirsen aynısını kuruyorsun. knoppix diye bir distro buldum ararken. baktım ettim, "e bunun windows'tan farkı ne?"

yaklaşık 3-4 aylık deneyim aslında farklar olduğunu gösterdi. ama pes etmedim. bu yasadışılıktan bir an önce kurtulmam gerekiyordu. ubuntu diye bir şey duydum, onu denedim (dapper drake). çok sevdim ve yaklaşık 6 ay da onu kullandım. arayışım hala devam ediyordu. mandriva(2007) kurdum, fena değildi. fedora 6 kurdum ve desktop effects olayını keşfettim. en sonunda hain arkadaşlarım dayanamadılar ve "abi kur bi' windows da counter atalım" diye ısrar edince yeniden windows'a dönmek zorunda kaldım.

yine de bir tarafım hala linux'a dönmek için fırsat kolluyordu. sonra ne olursa olsun dedim ve ubuntu'nun feisty fawn'ını kurdum. herşey iyi de bunda artık oyun da oynanıyordu (wine sağolsun), üstelik compiz fusion diye bir şey çıkartmışlar ki areo ve macos tiger nal toplamakla meşguller şu aralar.

işin özüne döneyim:

türkiye'de niye insanlar sürekli linux'a bok atıyorlar biliyor musunuz? çünkü herkes benim önceden yaptığım gibi ne windows'a ne de kullandıkları programlara tek bir kuruş vermiyorlar. şöyle düşünüyorlar: "kolayı varken niye zorla uğraşayım?". sonuçta google'a istediğiniz özellikleri yazıp o işlevleri yerine getiren programları bulabiliyorsunuz. ondan sonra serial key mi istiyor? hemen açıp craagle'ı bulun canım, çok mu zor? diyelim ki windows göçtü: hemen önceden kopyaladığınız cd'den tekrar kurun, o da mı serial soruyor? cd'nin üzerinde yazmıyor mu canım?

bilgisayar satan herhangi bir mağazaya gidin, sorun bakalım işletim sistemi yüklü geliyor muymuş bilgisayarın içinde. "ben istemiyorum içindekini" deyin bakalım nasıl bir cevapla karşılaşıyorsunuz. kendim bizzat yaşadım: teknosa'ya gittim ve notebook'lara bakıyordum, dikkatimi çekti, hepsinin üzerinde windows logosu vardı. "ben içindeki işletim sistemini istemiyorum" dedim, "ne yazık ki o olmadan satamıyoruz" dedi. dedim "o zaman ben de almıyorum". hani alacağımdan değil zaten de, o durumda bile "bir saniye belki bir şeyler yapabiliriz" demediler. e bu şekilde insanlar kendi işletim sistemlerini seçmiş mi oluyorlar?

"kolayı varken niye zorla uğraşayım?"

süper bir zırvalık. değişik demiyor da zor diyor. kaç sene oldu bilmiyorum linux kullanmaya başlayalı ama şu anda inanın bana windows kullanması çok daha zor geliyor. bu gösteriyor ki sadece alışmak gerekiyor. değişik bir işletim sistemi yabancı dil gibidir. zor olduğundan değil değişik olduğundan zorlanırsınız.

"masaüstü için mi? haha güldürme beni!"

benim masaüstü bilgisayardan anladığım şudur:

1. word/excel gibi office işlemleri
2. internet sörf
3. çet çut falan
4. mail alma/gönderme
5. müziktir filmdir dinlemek/izlemek
6. oyun.

insanların masaüstü bilgisayardan anladıkları ne acaba çok merak ediyorum. yahu uğraşıyorum windows'da yaptığım şeyleri burada yapamamaya ama bir türlü başaramıyorum.

"ee oyun oynanmıyo' bunda!?"

kısmen doğru. wine ve cedega ile artık çoğu oyun sorunsuzca oynanabiliyor. en yeni oyunları oynuyorsanız sadece bir kaç ay bekleyip cedega'nın bir yama çıkartmasını bekliyorsunuz. "iyi de paralı bu cedega!" pardon siz oyunları bedavaya mı alıyorsunuz yoksa? yoksa torrent'ten çekip sonra sayfalarca crack mi arıyorsunuz? haa o zaman iş değişiyor değil mi?

arkası yarın...